6 Kasım 2013 Çarşamba

Düşlenenle değil, yüreğindeki düşleyenle ilgilen.


Çoğu kişi hata yapmaktan korkar.

Oysa, asıl hata, hata yapmaktan korkmaktır.

Neden mi?

Çünkü, hatalarımızdan ders alırız.

Bu da bizi ileriye taşır.

Oysa hata yapmaktan korkmak, hareket etmemek yani olduğumuz yerde kalmak anlamını taşır.

Aslında bizim kültürümüzde, tasavvufa bakarsanız, hayat öğrenmek içindir.

Yani bir şeyler öğrenmek için hayata geliriz.

Bunları öğrenmemiz için de yaşamamız gerekli.

Yaşamak da hata yapmak anlamına gelir.

Hata yapmaktan korkmak yerine, hatalarımızdan ders almamaktan korkmak daha iyi bir yol.

Hatalarımızı bize doğru yolu göstermesi için kullanırsak, zaten öğrenmiş olacağız.

Hayatın anlamı belki de budur.

Hata yapmaktan korkuyorsanız, muhtemelen kendinize güveniniz zayıftır.

Öncelikle bunu geliştirmeyi öğrenmelisiniz.

Çünkü kendinizde beğenmediğiniz bir şeyler varsa ya da size çocukluktan itibaren çevreniz aşağılık kompleksi pompalamışsa, unutmayın başkaları da aynı durumda.

Dünya'daki hemen hemen herkes, o veya şu nedenle kendinde beğenmediği bir takım özellikler taşır.

Bazıları bunları dışarıya verecek ve alay edecek kadar akıllıdır.

Bazıları ise anlaşılmasın diye herkesten kaçarken, komik duruma düşer ya da ilişki kuramaz.

Önemli olan hata yapmak değil, hatadan ders almak. Düşmek değil, kalkmaktır....

Alıntıdır...

En sarsılmaz inancın, en zararlı inanışın, kendin dışında bir dünyanın varlığına; bağımlı olduğun bir şeye veya birisine; sana bir şeyler veren veya senden alan, seni seçen veya suçlayan bir şeye veya birisine inanmandır.

Bir savaşçı, bir anlığına bile dıştan gelecek bir yardıma inansın, derhal yıkılmazlığını yitirir.

Dışarıda hiçbir şey yok.

Hiçbir yerden gelecek bir yardım yok.

İnsanın en kötü hastalığı bağımlı olmaktır.

Başkalarına ve onların yargılarına bağımlı olmaktan kötüsü yoktur.

Kendimizin dışındaki bir şeye aşık olup kendimizi unutmak, bağımlı olan dünyanın keşmekeşi içinde kendimizi yitirmek, kişisel gerçekliğimizin tek yaratıcısının kendimiz olduğunu unutmak demektir.

Kendi dışımızda bir dünya yoktur, her neyle karşılaşır,görür ve dokunursak ‘bizi’ yansıtmaktadır.

İnsanın yaşantısındaki diğer kişiler, olaylar ve koşullar, onun koşullarını meydana serer.

Dünyayı suçlamak; şikayet etmek, kendini haklı göstermek ve saklanmak, düşmüş bir insanlığın göstergeleri, ‘gerçek’ bir iradenin yokluğu kadar, bağımlı olmanın da kesin semptomlarıdır.

Dünyayı her an sen yaratıyorsun.

Bir kişi bütün ve gerçekse, kendine egemen olduğundandır; olayların görünür dinamizmi ve konumların çeşitliliği yerine, dünyanın kendisinin aynası olduğunu bilir.

İster iyi, ister kötü olsun, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, kişinin karşılaştıkları hepsi, gerçeklik değil, kendi yansımalarıdır.

Herkes daima ve yalnızca, kendisi neyse onu biçer.

Tohum da harman da sensin.

İşte bu nedenle tarihteki bütün devrimler hep başarısızlığa uğramıştır.

Onlar dünyayı dıştan değiştirmeye kalkıştılar.

Bundan böyle yardım almak için dünyaya bel bağlama.

Ötesine geç!

Dünyayı geliştirenler, ancak dünyanın ötesine geçenlerdir.

Ötesine geç!

İnsan yüzyıllardır, kendi yansıttığı film içindeki görüntüleri değiştirebileceğine inanarak ekranı kazıdı.

Sen, bu budalalığı bırak!

Savaşları, devrimleri ve ekonomik, politik ve sosyal reformları unut; her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen.

Düşlenenle değil, yüreğindeki düşleyenle ilgilen.

En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, ama tek anlamlı olan, kendini değiştirmektir.


Alıntıdır...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder